Geçen hafta cumartesi günü Milliyet Blog Yazarları buluşmasındaydım. Milliyet binasında organize edilen buluşma, eğlenceliydi. Canlı müzik ve yemekler oldukça kaliteliydi. Sonrasında Milliyet Blog hakkında ayrıntılı bilgi verildi ve soru cevap şeklinde talepler alındı. Doğan Medya Grubu Yönetim Kurulu’ndan da, yazarlara destek amacıyla katılım gerçekleşmişti. Genel olarak güzel geçen organizasyonun bana göre en büyük eksiği buluşma programının katılımcılara bildirilmemiş olmasıydı. Ben programa 30 dakika kadar geç katılabildim. Canlı müzikle başlayan organizasyona sonradan katılanlar genelde şaşkınlık yaşadılar. Çünkü çoğu insan tek gelmişti ve daha çok genel bir tanışma şeklinde olacağını düşünüyorlardı. Bazı geç gelen kişilerin biraz durduktan sonra çıktıklarını gözlemledim. Canlı müzik sona saklansaydı daha eğlenceli olabilirdi. Uzatmayayım, sonuç olarak güzel bir organizasyondu ve benim üzerinde durmak istediğim başka şeyler var...
Dünyadaki değişim son yıllarda sadece baş döndürmekle kalmıyor adaptasyonu da zorlu kılıyor. Her yüzyıla ayrı bir isim takılmasına rağmen bu yüzyıla isim takılması bence oldukça güç. Bilgi çağı, teknoloji çağı, iletişim çağı, uzay çağı, internet çağı, enformasyon çağı... Bu isimlerin hepsini taşıyan bir çağa hangi ismi tek başına takabilirsiniz ki? Haliyle bu kadar ismi barındıran çağı yakalamakta oldukça zorlaştı. Sadece bilgisayarları ele alalım. 8 yaşımda pc kullanmaya başladım. Karne hediyesi olarak babamın aldığı pc, sistem disketiyle açılıyordu. Hard diski yoktu. Şu andaki cd kutularından büyük olan 5.25'lik disketler yerini 3.5'luk HD disketlere bırakmıştı. Şu anda 1 mp3'ü zip’leyerek bile koyamayacağınız disketlere bir sürü oyun sığıyordu. Dos işletim sistemini kullanıyorduk. O zamanlar, Windows 3.1 sadece bir programdı. Oynadığımız oyunlar pacman, gorilla, tetristi. Bilgisayar kullanmak için bir sürü komut bilmek zorundaydınız. Bit ve byte olarak kapasiteler vardı. Sonraları Windows, işletim sistemi oldu. Bilgisayar kullanmak için sadece mouse yeterli gelmeye başladı. Bilgisayarların harddiskleri megabyte ve sonraları gigabyte'larla ölçülmeye başlandı. 386, 486 diye giden anakartlar Pentiumlara geçiş yaptı. Ram'ler arttı. Cd diye bir teknoloji ortaya çıktı ve 3 boyutlu oyunlar bulundu. Bunlar sadece 6-7 yıl içinde olan bir değişimdi. Aynı şekilde gelişim internet bulunduktan sonra da devam etti. En iyi bağlantı hızı 14k iken 15 dakikada sadece yazıları açılan yahoo sayfası şimdi 512k ile saniyesinde açılmadığı takdirde yavaş deniliyor. Her kurumun internet sayfası olmak zorunda. (3-4 yılllık aktif bilgisayar kullanıcısı herkes yukardaki yazdıklarımı rahatlıkla anlayacaktır.) Artık araştırma yapmak için kütüphanelere de gitmeniz gerekmiyor. Her türlü yazılı görüntülü ve sesli bilgiye sadece ekran karşısına geçerek ulaşabiliyorsunuz. Böyle bir ortamda her alanda çok büyük değişimlerin çok kısa sürelerde gerçekleşebildiğine şahit oluyorsunuz.
Milliyet'in blog oluşturması da basın açısında büyük bir değişim. İnternette haber takibinin daha etkin biçimde kullanılıyor olması sanal ortamda da rekabeti kızıştıran bir faktör oldu. Sadece internette faaliyet gösteren basın bile var artık. Bu nedenle diğer yazılı ve görsel basın internette de aynı rekabete ayak uydurmak zorunda kaldı. Yenilikler, haberi ilk ve doğru ulaştıran olmak, ilk görüntüleri yayınlamak, basın için rekabetin vazgeçilmezi gibi görünse de artık yeterli gelmiyor. Çünkü artık, hemen hemen bütün basın aynı hıza ulaşmış durumda. Bu nedenle her alanda olduğu gibi farklılıkları entegre ederek rekabette öne geçilebiliyor. Milliyet Blog da bunun başarılı örneklerinden biri. İnternet günlüğü olarak dünya çapında hızlı bir şekilde yayılan kişisel blogların gazeteyle bağdaştırılarak yazarlık mantığında bütünleştirilmesi başarılı bir çalışma. Ayrıca blog yazarlarının yazılarının itinayla seçilmesi de bence bu başarıda önemli bir yerde. Her yazının yayınlanıyor olması belki de amacı aşan bir hale getirebilirdi blogları. (Tabi bunu yaparken de Milliyet'in sansürle seçmeyi birbirine karıştırmaması gerekiyor.)
Milliyet Blog Yöneticisi buluşma günü hedeflerini çok net biçimde ortaya koydu. "Blog denilince Türkiye'de akla gelen ilk isim olmak." Net ve önemli bir hedef. Bunun için pazarlama noktasında büyük avantajları var. Türkiye’nin en iyi gazetelerinden biri olması, büyük medya grubu olan Doğan Medya'nın bir kuruluşu olması ister istemez diğer blog sağlayıcılarına göre daha avantajlı duruma getiriyor. Diğer blog sağlayıcılarına göre eksiği olarak sayabileceğim 2 nokta var. Blogların görünümlerine yeterince arka plan ve estetik sayfa biçimleri katılmamış olması ve resim, video ekleme özelliklerinin olmayışı. Bu ikisi de zor noktalar değil. Kısa süre içinde gerçekleştirilebilecek şeyler.
"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" sözü giderek kulaklarda daha fazla çınlıyor. Değişime en hızlı ayak uyduranlar öne geçiyor. Beklemek ve değişimden sonra harekete geçmekte artık yetersiz. Değişimi önceden fark etmek ve adaptasyon sürecini kısaltmak, başarıya ulaşmada etkin bir faktör. "Değişimi yakalamak" artık dillere pelesenk olmuş vaziyette. Değişim ve gelişim kardeş kavramlar olarak anılıyorlar. Böyle bir ortamda değişime karşı direnenler, ne kadar büyük olursalar olsunlar başarısızlık çukurunda yerlerini almak zorunda kalıyorlar.
Bulunduğumuz çağa "Hızlı Değişim Çağı" ismini koyarak listeye bir isim de ben eklemiş olsam, sanırım yersiz olmaz... :)
Dünyadaki değişim son yıllarda sadece baş döndürmekle kalmıyor adaptasyonu da zorlu kılıyor. Her yüzyıla ayrı bir isim takılmasına rağmen bu yüzyıla isim takılması bence oldukça güç. Bilgi çağı, teknoloji çağı, iletişim çağı, uzay çağı, internet çağı, enformasyon çağı... Bu isimlerin hepsini taşıyan bir çağa hangi ismi tek başına takabilirsiniz ki? Haliyle bu kadar ismi barındıran çağı yakalamakta oldukça zorlaştı. Sadece bilgisayarları ele alalım. 8 yaşımda pc kullanmaya başladım. Karne hediyesi olarak babamın aldığı pc, sistem disketiyle açılıyordu. Hard diski yoktu. Şu andaki cd kutularından büyük olan 5.25'lik disketler yerini 3.5'luk HD disketlere bırakmıştı. Şu anda 1 mp3'ü zip’leyerek bile koyamayacağınız disketlere bir sürü oyun sığıyordu. Dos işletim sistemini kullanıyorduk. O zamanlar, Windows 3.1 sadece bir programdı. Oynadığımız oyunlar pacman, gorilla, tetristi. Bilgisayar kullanmak için bir sürü komut bilmek zorundaydınız. Bit ve byte olarak kapasiteler vardı. Sonraları Windows, işletim sistemi oldu. Bilgisayar kullanmak için sadece mouse yeterli gelmeye başladı. Bilgisayarların harddiskleri megabyte ve sonraları gigabyte'larla ölçülmeye başlandı. 386, 486 diye giden anakartlar Pentiumlara geçiş yaptı. Ram'ler arttı. Cd diye bir teknoloji ortaya çıktı ve 3 boyutlu oyunlar bulundu. Bunlar sadece 6-7 yıl içinde olan bir değişimdi. Aynı şekilde gelişim internet bulunduktan sonra da devam etti. En iyi bağlantı hızı 14k iken 15 dakikada sadece yazıları açılan yahoo sayfası şimdi 512k ile saniyesinde açılmadığı takdirde yavaş deniliyor. Her kurumun internet sayfası olmak zorunda. (3-4 yılllık aktif bilgisayar kullanıcısı herkes yukardaki yazdıklarımı rahatlıkla anlayacaktır.) Artık araştırma yapmak için kütüphanelere de gitmeniz gerekmiyor. Her türlü yazılı görüntülü ve sesli bilgiye sadece ekran karşısına geçerek ulaşabiliyorsunuz. Böyle bir ortamda her alanda çok büyük değişimlerin çok kısa sürelerde gerçekleşebildiğine şahit oluyorsunuz.
Milliyet'in blog oluşturması da basın açısında büyük bir değişim. İnternette haber takibinin daha etkin biçimde kullanılıyor olması sanal ortamda da rekabeti kızıştıran bir faktör oldu. Sadece internette faaliyet gösteren basın bile var artık. Bu nedenle diğer yazılı ve görsel basın internette de aynı rekabete ayak uydurmak zorunda kaldı. Yenilikler, haberi ilk ve doğru ulaştıran olmak, ilk görüntüleri yayınlamak, basın için rekabetin vazgeçilmezi gibi görünse de artık yeterli gelmiyor. Çünkü artık, hemen hemen bütün basın aynı hıza ulaşmış durumda. Bu nedenle her alanda olduğu gibi farklılıkları entegre ederek rekabette öne geçilebiliyor. Milliyet Blog da bunun başarılı örneklerinden biri. İnternet günlüğü olarak dünya çapında hızlı bir şekilde yayılan kişisel blogların gazeteyle bağdaştırılarak yazarlık mantığında bütünleştirilmesi başarılı bir çalışma. Ayrıca blog yazarlarının yazılarının itinayla seçilmesi de bence bu başarıda önemli bir yerde. Her yazının yayınlanıyor olması belki de amacı aşan bir hale getirebilirdi blogları. (Tabi bunu yaparken de Milliyet'in sansürle seçmeyi birbirine karıştırmaması gerekiyor.)
Milliyet Blog Yöneticisi buluşma günü hedeflerini çok net biçimde ortaya koydu. "Blog denilince Türkiye'de akla gelen ilk isim olmak." Net ve önemli bir hedef. Bunun için pazarlama noktasında büyük avantajları var. Türkiye’nin en iyi gazetelerinden biri olması, büyük medya grubu olan Doğan Medya'nın bir kuruluşu olması ister istemez diğer blog sağlayıcılarına göre daha avantajlı duruma getiriyor. Diğer blog sağlayıcılarına göre eksiği olarak sayabileceğim 2 nokta var. Blogların görünümlerine yeterince arka plan ve estetik sayfa biçimleri katılmamış olması ve resim, video ekleme özelliklerinin olmayışı. Bu ikisi de zor noktalar değil. Kısa süre içinde gerçekleştirilebilecek şeyler.
"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" sözü giderek kulaklarda daha fazla çınlıyor. Değişime en hızlı ayak uyduranlar öne geçiyor. Beklemek ve değişimden sonra harekete geçmekte artık yetersiz. Değişimi önceden fark etmek ve adaptasyon sürecini kısaltmak, başarıya ulaşmada etkin bir faktör. "Değişimi yakalamak" artık dillere pelesenk olmuş vaziyette. Değişim ve gelişim kardeş kavramlar olarak anılıyorlar. Böyle bir ortamda değişime karşı direnenler, ne kadar büyük olursalar olsunlar başarısızlık çukurunda yerlerini almak zorunda kalıyorlar.
Bulunduğumuz çağa "Hızlı Değişim Çağı" ismini koyarak listeye bir isim de ben eklemiş olsam, sanırım yersiz olmaz... :)