
Bilgi, doğru veya yanlış kullanılsın hiçbir zaman güç olma özelliğini kaybetmiyor. Bilgiye sahip olan diğer güç unsurlarını elde etmede avantaja sahip oluyor. Bu nedenledir ki bilgiyi elde etmek adına büyük savaşlar oluyor. Bilgiye sahip olanı transfer etmek için astronomik ücretler veriliyor. Bilgi soyut bir kavram olmasına rağmen bütün somut kavramları etrafında toplayabiliyor.
Gücü meydana getiren unsurların en önemlisi de o şeyi elde etmek için gereken zorluk. Bir şeyi elde etmek ne kadar zorsa, onu elde ettiğin takdirde sana kattığı güçte o orantıda oluyor. Para, bilgi, iktidar, hitabet vs gibi kavramlar bunun en büyük ispatı. Bu nedenle bilgiyi elde etmek kolaylaştıkça bilginin kattığı güç azalıyor.

Eskiden at üstünde, yaya olarak, ağızdan ağza, mektuplarla ve kitaplarla uzun sürelerde yayılabilen bilgi, bugün artık saniyelerle ifade edilebilecek hızda yayılabiliyor. Matbaa, radyo, televizyon, bilgisayar, internet sıralamasını yaptığımızda bilgi, bu araçlar aracılığıyla büyük kitlelere çok kısa sürelerd

İşte tam bu noktada “cehalet artık bitti” gibi bir yanıltıcı düşünceye düşmemek gerekiyor. Çünkü tüm bunların sonucunda cehaletin tanımı değişiyor. Bana göre artık cehalet; bilgiyi elde edememek değil, insanların bilginin doğruluğunu veya yanlışlığını araştırmadan, kendi mantık ve fikir süzgecinden geçirmeden, bilgiyi özümsemesi, bu bilgiyi yayması ve savunmasıdır. Yazı konumu kardeşim Büşra’ya anlattığım şu cümlelerde güzel tespitte bulundu; “Cahil insanın beyninde elek eksiktir. O dışardan duyduğu bütün bilgileri alır. Fakat eleği olmadığı için hepsi amaçsızca beyninde birikir. Bilgileri ne ayırır, ne de düzenler.”
Ünivers

Keynes’in İstanbul şubesi : Üniversite mi okuyosun?
İktisat Öğrencisi : Evet.
Keynes’in İstanbul şubesi : Hangi bölüm?
İktisat Öğrencisi : İktisat.
Keynes’in İstanbul şubesi : İktisatçılar ne iş yapar? (birazdan ekonomiyi kurtaracak ama iktisat’ın ekonomiyle eş anlamlı olduğunu bilmiyor :) )
İktisat Öğrencisi : İktisat ekonomi demek. Ekonomist oluyoruz yani.
Keynes’in İstanbul şubesi : Ekonomide çok büyük yanlışlar yapılıyor. Yaw olayın çözümü üretim. Vericeksin teşvikleri. Yerli sanayiye, esnafa, halka. Üretecek millet kardeşim. Yaw ürettin mi, işsizliğin azalacak, gelirin artacak, dışa bağımlı kalmıcaksın, bi sürü faydası var… Para likitalarında da bi sürü hata yapılıyor.
İktisat Öğrencisi : Para likitaları diil abi. Para politikaları.
Keynes’in İstanbul şubesi : Ha likita ha politika. Ben geçen gün izlerken sonuna yetişmişim demek ki. Zaten politikayı da likitaya çevirdiler. Yani işte basit şeyler bunlar. Ben bile biliyorum bunları, ekonominin başındakiler nasıl akıl edemiyorlar anlamıyorum.
İktisat Öğrencisi : (Geyik olsun diye) Hımmm... Abi sen aşmışın. Bizim profları sollarsın sen. :)
Keynes’in İstanbul şubesi : Öle tabi ya. Bizde eğitimimizi televizyondan alıyoruz. İzliyoruz bi sürü ekonomi programı. Ne gerek var o kadar okula git falan. Sen ne diyosun bu konuda, katılıyosun di mi?
İktisat Öğrencisi : (Herkesin iktisatçı olduğu bir ortamda iktisatçı olmanın çelişkilerini ve asıl problemin zaten nasıl üretilecek sorusu olduğunu düşünerek) Abi biz daha o konulara gelmedik. :) Bir de John Lyly demiş ki; boş kap, dolu fıçıdan çok ses çıkarır.
Aynı hocamız “aslında iktisatçı olmak yerine bir beyin cerrahı olsanız bu tür durumlarla karşılaşmazsınız” demişti ama ben ondan da pek emin değilim. Sadece sosyal bilimler için geçerli bir durum değil bence. Yoksa 1999 depremi sonrası birçok kişinin Jeofizik Mühendisi kesilmesini neyle açıklayabilirdik. :)
Herkes her şeyi biliyor artık (bildiğini düşünüyor). Ordan okumuş, burdan duymuş,

Bildiğini bilenin arkasından gidiniz,
Bildiğini bilmeyeni uyarınız,
Bilmediğini bilene öğretiniz,
Bilmediğini bilmeyenden kaçınız.